Brugge yıllardır gezi listemin başköşelerinde olan çok gitmek istediğim şehirlerden biriydi. Sonunda yıldızlı listemdeki bu şehre ayak basmıştım Otelimiz şehrin biraz dışındaydı ve yürüyerek şehre giriş yaptık.. O giriş anı mükemmeldi..Minik minik evleri o muazzam nehirleri salına salına dökülen söğüt dallarını rengarenk yaprak kümelerini görünce kendimi krallığına gelmiş bir kraliçe gibi hissettim 😗 Tabi kral yoktu ortalarda 😃
Brugge dünyanın en güzel şehirlerinden biri. Burada bir sabaha uyanmadan dünyayı gezdim demeyin. Gözleriniz kapatıp şehrin seslerini dinleyin. Muhteşem renklerle bezenmiş minik patikalarda yürüyün, şehirdeki yaşlı binalara dokunup onlarla sohbet edin, gecenin muazzam güzelliğinde nehirlere yansımış yıldızları seyredin. Ve bu masal ülkesinin bir sabahına uyanın. Aşk ile…
Veee.. işte şu filmlerde sık sık gördüğümüz ünlü Le Grand Place meydanındayım..Bu meydandaki binlerce yıllık tarihi binalarla çevrelenmiş. Avrupa şehirlerindeki bu barok tarzı meydanlara bayılıyorum, farklı bir atmosferi var herbirinin. Ne zaman böyle tarihi bir meydana gelsem meydanın tam ortasına oturup gözlerimi kapatır ve çevremdeki sesleri dinlerim.. Adımlar, konuşmalar, yaşlı binaların fısıldadıkları, minik güvercinlerin şarkıları, tarihin o muazzam kokusu ve saçlarımı allak bullak eden rüzgarın esintisi.
Şehrin sokaklarında dolaştıkça içim sevinçle doluyor.. Her yer minik kanallarla çevrili olan bu masal şehrinde gezinirken ansızın gözüm bir kuğu çiftinin dansına takılıyor. İnsanın hayatında yaşadığı ender anlar olur ya bu kare de benim için bunlardan biriydi.. Öyle aşık öyle şık öyle masumdular ki Sanki Cicero ‘nun Aranjuez ezgisi ile dans ediyorlardı..
Bir kitapta okuduğum Kan Kilisesi’ni aramadan tam karşımda bulmuştum. İşte böle zamanlarda benden mutlusu olamaz 🙂 Ortaçağdan kalmış bu yaşlı ve yorgun kilisenin merdivenlerden çıkıyorum. Cam bir fanus karşıma çıkıyor. İnsanlar gözlerini kapatıp bu fanusa dokunup dua ediyorlar. İçinde İsa’nın kanının olduğunu söylediler.. Bir cam kenarında oturup güzelim Brugge manzarasını izledim bir taraftan da çantamdan termosumu çıkarıp bu tarihi yapıda mis gibi acı kahvemi içtim 🙂 Hayat sana güzel Canan seslerini duyar gibiyim 😎
Kan kilisesinden ayrıldıktan sonra diğer kiliselerden farklı bir tarzda inşa edilmiş Kudüs Kilisesi ve oktagonal kulesine gidiyorum. Bu gotik kilisenin içinde mermerden yapılmış bir mezar ve süslü bir şapel bulunuyor. Lace müzesi de hemen yanında..Kiliseyi inşa ettirmiş Adornes Kardeşlerin evi de hemen kilisenin sağında yer alıyor.
Avrupanın en eski hastanesi de burada yer alıyor. Hastane binası hala ilk günkü halini korumakta. 1978 e kadar kullanılmış sonra Unesco ‘nun kararı ile müzeye çevrilmiş. Kaynaklara göre 1128 tarihinde açılmış olan bu tarihi hastaneyi ziyaret etmelisiniz bence.
Bir dönem hayatını sadece çikolata yiyerek yürütmeyi başarabilen Canan burada tam bir çikolata canavarına dönüştü. Belçika çikolataları gerçekten de hayatımda yediğim en kaliteli ve en muazzam çikolatalar. Durum böyle olunca gezi boyunca günde beş öğün çikolata ile beslendim 😎 Hayatımda yaptığım en tatlı geziydi bence bu gezi 🙂 Winjinzakstraat sokağındaki çikolata müzesine mutlaka uğrayın.. Nasıl çikolata yapıldığını gösteriyorlar ve sonra ikramlar başlıyor 🙂 En güzel kısmı 🙂
Şehirde dolanırken Patates Kızartmasının müzesini gördüm..Pes Artık dedim.. Çok gezen mi çok okuyan mı bilir 🙂 🙂 Yararsız bir bilgi olsa da çok gezen açık ara önde kapatır bu yarışı her zaman 🙂
Şehri dolanmaya devam ediyorum. Renkler adeta dans ediyor kanalların üzerinde. Öyle güzel yansımalar var ki hangi yansımanın güzelliğine dalsam diye kararsız kalıyorsunuz. Bu şehirde yaşayanlar bence dünyanın en şanslı insanları. İnsan burada hiç mutsuz olmaz ki. Masal ülkesi gibi. Yemyeşil rengarenk ışıl ışık..Güneşin batışında ayrı güzel güneşin doğuşunda ayrı güzel bir şehir.
Bu masal ülkesinde bu şirin kanallardan birinin kenarında bir evim olsa. Cam kenarında bir masam. Masamda papatyalarım.. Ve elimde acı bir kahve.. Ne kitaplar okunurdu o cam kenarında.. Ne kelimeler can bulurdu beyaz sayfalarda.. Ne mutlu olurdu Canan 🙂 Tamam fazla hayal kurdun yeter artık demeyin hemen 🙂 Aslında hayal kurmazdım ben ..Biri bulaştırdı bu hastalığı bana 🙂 Hayal kurma hastalığı 🙂
Şehirde dolaştıkça çocuklar gibi mutlu oluyorum. Kanallardaki minik kayıklar bile mululuktan kendi çapında dans etmeye başlıyorlar 🙂 Bir köprüye oturup nehirdeki sesleri dinlemeye başlıyorum.. Ve dostum Ay.. Gene görkemli bir eda ile gülümsüyor bana gökyüzünden.. Ben de ona kocaman bir gülümseme fırlatıyorum..
Brugge .. Dünyanın en güzel şehirlerinden biri.. Burada bir sabaha uyanmadan dünyayı gezdim demeyin. Gözleriniz kapatıp şehrin seslerini dinleyin.Muhteşem renklerle bezenmiş minik patikalarda yürüyün şehirdeki yaşlı binalara dokunup onlarla sohbet edin gecenin muazzam güzelliğinde nehirlere yansımış yıldızları seyredin.. Ve bu masal ülkesinin bir sabahına uyanın .. Aşk ile ..
Geziniz bol olsun
Sevgilerimle,
Gezi notları:
- Brugge şehrine ulaşım çok kolay. Brüksel Midi istasyonundan her yarım saatte bir tren kalkıyor tren bir buçuk saatte Brugge şehrine varıyor. Gidiş dönüş bilet 30 euro. Aldığınız bileti saklayarak Gent ‘e uğrayabilir buradan aynı bilet ile Brugge ‘a geçebilirsiniz.
- Brugge şehrine gelip çevre şehirlere gitmek isterseniz Gent şehrine aktarma yapabilirsiniz. Gent ‘den Paris Luxemburg gibi komşu şehirlere hızlı trenler mevcut. Ama gün içinde alırsanız oldukça pahalı bu yüzden bu biletleri önceden İnternet üzerinden almalısınız.
- Şehirde çok sayıda kafe ve restoran mevcut. Ara sokaklarda fiyatlar oldukça ucuz.
- Ayrıca çok sayıda hediye dükkanı (Gift shop) var. Baykuş resimlerinden yapılmış el dokuması çantalar çok sevimli almanızı tavsiye ederim 😉
- Şehrin içinde çok sayıda market var. Bir çok gezgin buralarda alışveriş yapıp meydanda minik sofralar kurup güneşin ve özgürlüğün tadını çıkarıyorlar 😉
- Kanal turları 8 Euro ..Gitmişken mutlaka kanal turu yapmanızı tavsiye ediyorum.
- Ibıs Hotel şehre yürüme mesafesinde. Oldukça ucuz ve temiz. Booking.com adresinden bu hotel ‘e ulaşabilirsiniz
