Otobüs camının buğusuna ne düşünceler sığdırdım şu hayatta. Cama çarpan yağmur damlaları ile az sohbet etmedim. Hangi coğrafyada olursam olayım gözlerim hep daha da uzakları aradı. Yollar yeni yollar açtı önüme. Yanımda çekik gözlü bir kadın yalnız mı geziyorsunuz dedi. Gülümsedim. Vietnam’ın dağlarında otobüs salına salına giderken bu soruyu düşündüm hep. Çoğalarak geziyorum. İçimdeki cümleler hep çoğalıyor dedim sonra. Bitmeyen bir senfoni var içimde benim hiç yetişemediğim.
Hue Vietnam’ın kuzey batısında bulunan Vietnam’a 150 yıl başkentlik yapmış sevimli bir şehir. Ortasından nehirler geçen şehirleri hep sevmişimdir. Hue de bunlardan biri. Üstelik nehrin adı Parfüm nehri. Ama parfüm kokmuyor neden böle söylediklerini nehir kenarında oturan yaşlı bir teyzeye sordum. Şehrin kuzeyinde çok fazla meyve ağacı varmış. Baharda bu ağaçların çiçekleri nehre dökülürmüş. Bu olay da nehrin güzel kokmasına sebep oluyormuş işte adı buradan geliyor. Nehir kenarında bulunan Fransız mimarisi ile yapılan evler gerçekten görülmeye değer. Gecesi başka gündüzü başka güzellikte görünen Parfüm Nehrin’de sandal keyfi de yapılması gerekenler listenizde mutlaka olmalı.
Hue yürüyerek gezilecek bir şehir değil. Ben motosiklet kiralamayı tercih ettim. Elime bir harita alıyorum, Tomb of Khai Ding mozalesini görmek için yola koyuluyorum. Burası şehrin 10 km dışında bulunuyor. Ama ben üstün yeteneklerim sayesinde şehrin çok çok dışında Huong Thuy adında bir köyde buluyorum kendimi. Mazotumun bitmesini hiç söylemiyorum bile 🙂 Baya saat kaybı ve uğraşılardan sonra Tomb of Khai Ding ‘e ulaşmayı başarıyorum. Korku filmlerinden fırlamış gibi duran bu mozale hayatımda gördüğüm en ilginç yapılardan. Bu kadar beklemiyordum.
Bu anıta siyahlaşmış beyaz mermerlerden çıkıyorsunuz. Karşınıza bronz ve tunçtan yapılmış başka heykeller çıkıyor. Ardından tekrar merdivenler sonra aynı mimari ile yapılmış farklı bir tapınağa ulaşıyorsunuz. Buraya kadar zaten şaşırmış olan gözleriniz bu tapınağa girince şok oluyor 🙂 İçeride tamamen kristal zümrüt elmas altın ve daha sayamadığım bütün elementleri burada görüyorsunuz 🙂 Ben böyle yapılardan çok ender etkilenen biriyim ama burası gerçekten beni alt üst etti. Hue şehrinin neden UNESCO kültür mirasına alındığını şimdi anlıyorum.
Buradan Pagada of the Celestial Lady adında bir pagadayı görmek için yola çıkıyorum. Pagada çokgenlerden oluşmuş çok katlı tapınak demek. Celestial Lady Pagadası da Vietnam’ın en yüksek pagadası. Burada pagada’dan çok Ünlü Budist Rahip Thich Quang Duc ‘un arabası ilgimi çekiyor. Bu rahibi mutlaka tanıyorsunuzdur. 10 haziran 1963 yılında güney Vietnam hükümetinin Budistlere karşı yaptığı baskıları protesto etmek için bu arabayı park edip önünde kendini benzinle ateşe vermişti. Duc’un bedeni yanarken hiç kıpırdamamış. Bu kareyi fotoğraflayan Malkom Braune Pulitzer ödülünü kazandı. O dönemim başkanı J.F Kenedy Tarihteki hiçbir fotoğrafın bu kadar etki yaratmadığını belirtti.
Aynı zamanda Nick Ut’un Napalm Girl ve Eddi Adams’ın Viet Cong’u Silahı adlı fotoğrafları da o dönemim en tanınmış karelerinden. Bu kadar açıklama sonrası biraz da Güney Vietnam’ın tarihinden bahsetmek istiyorum. Sömürgeci Fransa bu topraklardan çekilince Kuzey ve Güney Vietnam’ın birleşmesi bekleniyordu. Kuzeyde Komünist akımlar Güneyde de Amerika yanlısı bir hükümet bulunuyordu. Güney Vietnam birleşmeyi kabul etmedi. Dünyada her zaman savaş yapmaya meraklı olan her daim kıyıda köşede savaşa hazır askeri bulunan Amerika bu fırsatı değerlendirdi ve Güney Vietnam’ın lideri Ngo Dihn Diem’i öldürerek suçu Kuzey Vietnam’a attı ayrıca Diem’i öldürdükten sonra Diem’in komutanlarını kullanarak Güney Vietnam’a darbe yaptırdı. Bu sahne tanıdık geliyor mu ?
Sonraki dönemlerde ABD’nin savaş gemisi Kuzey Vietnam körfezlerini bombalamaya başladı. Böylelikle asıl savaş patlak verdi. 1964 den başlayıp 1975 ‘e kadar devam etti. Abd ve Güney Vietnam kaybetti. Abd’nin 60 bin askeri öldü. İşte bu savaş sırasında Hue geçiş noktasıydı. Hem nehir hem kara yolları burada kesişiyordu. Bu yüzden en çok zarar gören yerlerden biri. Savaş sonrasında Sosyalist Cumhuriyet kuruldu. Ve Hue’nin tüm yaraları sarıldı ve tüm yapılar onarıldı.
Hue’de gezilecek listeniz içerisinde İmperial City de olmalı. Bu Saraya üç saatinizi ayırmalısınız. Gerçekten çok büyük bir alan. Surlarla kaplı bu sarayda tapınaklar, minik göletler, kırmızı japon balıkları, uzun geçitler, bahçedeki ejder heykelleri var. Burası Kral Tu Duc’un sarayı. Ayrıca bu büyük yerleşkenin arka kısmında yasaklanmış mor şehir de bulunuyor. Hatırlarsanız diğer yasak şehir de Pekin’de. Yasak şehir ne demek onu da belirteyim. Kralı korumak için üst düzey önlemlerin alındığı bir bölge demek. Bu alan gerçekten çok büyük. Ben yasak şehir tarafına gidip gölün kenarında saatlerce suda yüzen nilüferleri izledim. Genç bir çocuk gelip göldeki balıkları bir torba yem ile besledi ardından dualar okumaya başladı. İşe yarıyor mu dedim. Yaramak zorunda dedi. Gülüştük. Ben de çantamdan çıkarıp ekmeğimin yarısını attım göle. Bir işe yaramadı.
İmparator Tu Duc’un sarayını görüp kendisi için yaptırdığı Ünlü mezar kompleksini görmeden olmazdı. Duc çok kızardı bana. Biraz gidip dua okuyayım diye motoruma atlıyorum Tomb of Tu Duc’un yolunu tutuyorum. Burada mezardan başka her şeyi gördüm ama bir mezarı göremedim 🙂 Oradaki görevliye sordum adam gülmekten kırıldı. Bana mezar hem var hem yok burda dedi. Kral mezarının nerede olduğu bilinmesin diye öldükten sonra iki yüz askere ülkenin herhangi bir yerine gömülmesi için direktif vermiş. Dönüşte iki yüz askerin kafası kesilmiş. Yani mezar nerede bilinmiyor. Burası sadece simgesel bir alanmış. İçerisi gerçekten çok dinlendirici. Gölün çevresi tamamen ormanlarla kaplı. Kuş seslerinden başka bir ses yok. Muhteşem bir dinginlik. Geniş zamanlar ayırmanız gereken doğa ile iç içe güzel bir yer.
Güneşin batmasına yakın parfüm nehrine geliyorum. Nehir kenarında oturup manzarayı izleyenlerin arasında kayboluyorum. Tamamen karanlık olduğunda şehir bambaşka bir hal alıyor. Nehrin üzeri dilek balonları ile doluyor. Sandallar nehrin üzerini dolduruyor. Manzara harika. Siyah bir perdenin üzerine milyonlarca renkli ışık düşmüş gibi adeta. Uzaklardan mutlu mutlu şarkılar söyleyen turistlerin sesleri geliyor. Yanımda ise meyve satmaya çalışan yaşlı bir kadın. Elleri buruş buruş, gözleri minik ve çekik ama hala güzeller. Elleri titriyor meyveyi uzatırken, elime aldığımda ise bir çocuk gibi seviniyor. Sonra filesindeki tüm meyveleri satın alıyorum. Meraklı gözlerle bakıyor bana. Sevinçle evinin yolunu tutuyor. Her coğrafyada her insanın mutlu oluş şekli değişiyor. Keşke mutluluğa ulaşmak filedeki tüm meyveleri satabilmek kadar basit olsaydı. Tüm aldığım meyveleri bankta bırakıp otele doğru yola çıkıyorum. Parfüm nehrinin üzerindeki kocaman bir köprüden geçiyorum. Gece cıvıl cıvıl capcanlı. Herkes dışarıda. Hayat akıyor. Gündüz sıcağında çıkamayan herkes sokakta şimdi.
Hue ölmeden önce gezilecek şehirlerden biri. Listenize mutlaka ekleyin ve geniş zamanlar ayırın. Fotoğrafçı arkadaşlarıma da bir jest yapayım 😉 Hue yakınlarında Đầm Chuồn adında deniz kıyısında muhteşem bir köy var. Buradan gün batımı ve gün doğumları muhteşem. Hele de denizde salınan yapayalnız sandallar güneşin doğuşunda harika bir ambians yaratıyor. Kesinlikle kaçırmayın derim..