Kuala Lumpur’a bir gece vakti indim. Şehirlere gece inmeyi sevmem o karanlıkta hiç bilmediğin bir şehirde yolunu bulmak, hostelini bulmak o kadar zor ki. Uçaktan şehre bakınca daha da gerildim. Açıkçası bu kadar büyük bir şehir beklemiyordum. Uçaktan indiğimde çılgın gibi pasaport sırası karşıladı beni, neyseki special pasaportumun kıymetini bu günlerde daha iyi anlıyorum 🙂 Hava alanı çıkışındaki shuttle busları bulup gideceğim yeri gösterdim. Otobüse geçip oturdum sonra. Şoför ışıkları söndürünce Canan’cım uzun bir yol seni bekliyor deyip gülümsedim. Şehir merkezine geldiğimde ise terk edilmiş bir Pazar yerinde indirdiler beni. Haritamı açıp China Town’da bulunan hostelime yarım saat yürüdüm. Hostelime yerleştiğimde saat gecenin ikisiydi ve ben çok mutluydum. Yani demek istediğim şu ki tek bir gezginseniz sokaklar gayet güvenli ve kalabalık 🙂

Kuala Lumpur’da iki milyon nüfus var tamamına yakını Malaylardan oluşuyor. Bunun dışında Çinliler ve Hintliler de azımsanmayacak kadar çoklar.

Bu şehrin beni en çok şaşırtan tarafı gökdelenler ve el değmemiş yağmur ormanlarının seremonisi. Evet yanlış duymadınız kafamı kaldırıp caddeler arasında gökdelenlere gömülü bir şekilde yürürken bir parka giriyorum ve birden trafik sesi kesiliyor yerine kuş sesleri alıyor. Biraz daha ilerleyince Nepal’in el değmemiş ormanlarında görmeye alışık olduğum dalları yerlere uzanan gövdeleri keskin ve sanki bıçakla bölünmüş gibi uzanan ağaçları görüyorum. İnanılacak gibi değil. Sanki bir dünyadan başka bir dünyaya geçiş yapıyorsunuz.

Bir şehirde Canan size ne öneriri öncelikle 🙂 Tabiki kafa dinleyebileceğiniz sessiz sakin yerleri. İlk gün bence KL Forest Eco Park’ı ziyaret etmelisiniz. China Town’dan yürüme mesafesinde olan bu parkın yollarında bir çok okul var. Okullara girip meraklı öğrenci bakışlarıyla ve gülen suratları ile fotoğraflar çektirebilirsiniz. China Town bence hosteliniz için iyi bir lokasyon her yere yürüme mesafesinde. KL Forest Kamp içersindeki trekking yollarını takip edip dingin uzun yürüyüşler yapabilirsiniz. Yürüyüşleriniz bitince ise park içerisinde KL Tower’ı ziyaret edebilirsiniz. KL Tower’a çıkmak tabi ki ücretli. Açık olan en son kata çıkmak biraz daha pahalı olmak ile birlikte 300.metredeki gözlem terası 50 rupi. Manzara gerçekten çok etkileyici. Manzara dediğim de bol bina bol gökdelen. Keşke vahşi doğayı izleyebileceğim bir kule olsaydı J Kulede oturup sessizce manzarayı izlerken kahvemi yudumladım. Gitmeye değer mi evet değer 🙂

KL Forest Park’tan çıkıp Petronas İkiz Kulelerine doğru yol aldım. Sıcakta yürümek baya zorladı. Aslında kulelerin hemen yanına giden bir metro var ama ben şehrin tadını yürüyerek alıyorum. Yollarda giderken sokakta gördüğüm meyve satıcılarından neredeyse tüm meyveleri denedim 🙂  Kuleleri görünce de gerçekten ağzım açık kaldı. Hayatımda hiç bu kadar uzun kule görmemiştim. Şaşırdığım nokta ise bu kadar uzunlar ama yürürken yanlarına gelene kadar hiç görünmediler gözüme 🙂 Kulelere gelince oturup bir bankta izlemeye başladım. İnsan neden yapar ki böyle bir gökdelen. Sanki her dairesi kullanılıyor. Gösteriş işte. Bu şekilde bir süre kendi kendime konuştuktan sonra 🙂 aklıma aç olduğum geldi 🙂 Kulelerin hemen yanında bulunan Suria KLCC plazanın alt katındaki markete inip ucuz ve lezzetli yemekler ile karnımı doyurdum.  Yorgunluktan bitmiş vaziyette Plazanın önünde bulunan metro ile hostelime ulaştım. 23 km iyi bir yoldu :)Tebrik ettim kendimi bir kez daha 🙂

Bu sabah çok özlediğim muson yağmurları ile uyandım. Özlemişim. Güzel de oldu. Güzel günlere geri döndüm. Bir arkadaşım seni çözdüm ben demişti. Nasıl çözdün dedim ?  Sen yağmurları kovalıyorsun demişti. Bilmem belki de doğru diyordur.

Bugün kendime doğa ile iç içe olabileceğim bir program yaptım ve tabiî ki yürüyerek Kuş Parkı ve Butter Fly Parkı. Yola koyuldum kısa bir yürüyüş sonrasında Central Park ( Pasar Seni )’ye geldim. Burası 1888 yılında yapılmış tarihi bir alışveriş merkezi. Çok ucuza çok güzel Uzakdoğu giysileri ve mutfak eşyaları alabilirsiniz. Hediyelik eşya  konusunda da cazip bir yer. Bir kez daha buraya gelirsem bir bavul boş gelmeye karar verdim. Sekiz kiloluk çantama bunların hiçbirini alamam 🙂 Central Park’ın hemen yanında ise minik kulübeler mevcut. Bu kulübelerde yiyecekler satılıyor. Gayet ucuz ve lezizler. Biraz meyve atıştırıp kahvemi içtikten sonra yoluma koyuldum tekrar. Bu sefer yol üzerinde iki nehrin birleştiği yerde minik tatlı bir cami beliriverdi. Mascid Jamah adlı bu cami Malezya’nın tuğladan yapılmış ilk camisiymiş. İnanılmaz güzel görünüyordu. Çevresindeki bu gökdelenler arasında  göz kamaştırıcı görünüyordu.

Caminin biraz ilerisinde ise Sultan Abdul Samad Binası bulunuyor. Bu binanın mimarisi İspanya’da gördüğüm El hamra Sarayını andırıyordu. Kuş parkı’na giderken görüyorsunuz neler keşfediyorum J  Yürümek güzeldir. Ne kadar uzak olursa olsun yürüyebiliyorsanız yürüyün. Şehrin kalbini ancak böyle keşfedersiniz. Kuş Parkı’na geldim derken İslam Eserleri Müzesi ‘ni gördüm. Ücretini duyunca görevliye biraz kızdım. Bedava olmalı dedim tabi adam sırıttı. O gülünce ben daha çok kızdım 🙂 Söylene söylene müzeyi gezdim. İstanbul’daki İslam eserleri müzesinden daha büyük ve daha fazla envantere sahip olan bu müze bence ziyaret edilmesi gereken yerlerin başında yer alıyor. Aynı zamanda İslamiyetin Kuala Lumpur’a gelişini anlatan resimler de mevcut. Müzeden çıkarken görevli şeker uzatıyor almıyorum  🙂 Pis pis bakıyorum adama. 100 rupim gitti !

Sonunda kuş parkına geliyorum. Parka girmeden Orkide Bahçesini geziyorum. Bizim topraklarda yetiştirmeye çalıştığımız orkidelerin hepsinin ağaçlarda yetiştiğini görünce gülümsüyorum. Neredeyse her renk orkide var burada. Orkidelerin ortasında oturup bir süre kuşların sesini dinliyorum. Gene aynı şey olmuştu. Gökdelenler aniden bitmiş trafik sesi pat diye kesilmiş ve doğanın sessizliği kulaklarıma hücum etmişti. Orkide bahçesindeki muhteşem meditasyon sonrasında  Kuş Parkını‘na gidiyorum. Bu parkta hayatımda hiç görmediğim kuşlar vardı. İnanılmaz güzel bir deneyimdi. Çıkışta ise orada bulduğum birkaç maymunla biraz vakit geçirip, bu parkın altındaki Geyik Parkına gidiyorum ve şansıma iki geyiğin düellosuna denk geliyorum 🙂 Bu kadar yol sonrasında artık bir kahveyi hak ettim. Gölün kenarına inip çimlerin üzerine uzanıyorum gökyüzünün tadını çıkarıyorum. Sonra da kahvemi yudumlayıp göldeki ördekleri izliyorum.

Üçüncü günümü tamamen Batu Cavese ayırıyorum. Ulaşım oldukça basit. Oraya kadar metro gidiyor tur falan almanıza gerek yok bence. Batu Caves hayatımda gördüğüm en farklı tapınaklardan. Mağaralar dışındaki Hindu Tanrısı Lord Murugan’ın altın kaplamalı heykeli  gerçekten ilginç. Mağaralar ise üç kısımdan oluşuyor Alt Galery Cave, Temple Cave ve Dark Cave. İçerisi gerçekten muazzam. Tabi size 272 olan basamak sayısından bahsetmek istiyorum. Tabi ben bunu 312 saydım o başka. Artık o sıcakta ne kadar zor geldiyse 🙂  Merdivenlerdeki maymunlara dikkat edin size zarar verebilirler yanınızda görünürlerde yiyecek taşımamaya gayret edin 🙂

Son günümü ise Chine Town ‘da gezmeye ayırıyorum. Biraz gezip yüzlerce yıllık ağaçların gövdelerinden yapılan çaylardan içiyorum. Çin yemeklerinin tadına bakıyorum. Akşamımı ise Petronas Tower ‘daki güneş battıktan sonra düzenlenen su danslarına ayırıyorum.

İşte size güzel dört gün. Eğlenceli bol doğa içeren bir program 🙂

Tabii bu kadar yorgunluktan sonra ertesi gün Endonezya Jakarta’ya olan uçağımı az daha kaçırıyordum 🙂 Böyle bir durum ile karşılaşırsanız sakın trafiğe girmeyin. Hava alanına metro var. Yirmi dakikada gidiyor 🙂

Geziniz Bol Olsun
Sevgilerimle,

mm
Yazan

Bir Yorum Yazın